8 Kasım 2012 Perşembe

Mavi Çizgi


(Okuldaki yoğun koşuşturmadan dolayı, artık eskisi gibi sürekli yazamıyor olmam beni üzüyor. Umarım vizelerden sonra rahata erer, yine yazmaya devam edebilirim.)

Geçenlerde okul servisinde otururken kulak misafiri olduğum bir diyaloğu sizlerle paylaşmak isterim. 

X- Sen telefon kılıfını nerden aldın?
Y- Sokakta bi tezgahta gördüm bunu çok beğendim.
X- Aaa.. Sen öyle saçma sapan yerlerden mi alıyorsun? Ben 50 liraya aldım orjinal benimki.
Y- Ben 20'ye aldım.
X- İnanmıyorum, nası kullanıyorsun onu?

Bazı insanların beyin yerine ' jelibon ' kullanıyor olmaları beni gerçekten üzüyor..

Okuduğum özel okuldaki birçok insanın aksine, birsürü yeni Louis Vuitton çanta almak, pahalı telefon (veya kılıf) alıp hava atmak, deniz kıyısında oturup marshmallow kızartmak gibi burjuvai isteklerim yok benim. 
---


' Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim 
Elimde uçuk mavi bir kalem 
cebimde iki paket sigara..
- Cemal Süreya


Şimdilerde hayatı mavi bir çizgi boyunca seyretmeyi planlıyorum.. Mavi bir T2 alıp uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyorum. Mavilikleri fotoğraflamayı.. Saçlarımı maviye boyamayı bile düşündüm! Okuduğumuz romanlardaki yazılar neden hep siyah? Mavi keçeli kalemlerle neden yazmıyorlar? Ben mavi yazılı bir kitap yazmayı istiyorum. 




Mavi bir renkten çok koku gibi gelmiştir bana * onun bir tarzı, duruşu, farklılığı vardır. Hiç mavi ve turuncuyu bir arada kullandığınız birşeyler giydiniz mi? 

Diğerleriyle aynı olmak, aynı şeyleri yapmak bizi köreltmiyor mu sizce de? Hayatın bize getirdiği zorunluluklar doğrultusunda yaşamak o kadar sıkıcı ki.

Doğmalısın -- Büyümelisin -- Toprakla oynamamalısın -- Okumalısın -- Başarılı olmalısın -- Üniversiteyi bitirmelisin -- Çalışmalısın -- İyi bi koca bulup Evlenmelisin -- Çocuğun olmalı vs.. vs..

Bütün bu rutine bağlı yaşamak hiç bana göre değil. Ama gelin görün ki bunların dışında hareket ettiğinizde insanlar size bir garip davranıyor. 35 yaşına gelip, hala evlenmemiş insana ^evde kalmış kız kurusu^, üniversiteyi bitirmemişe ^salak^, çocuk yapmayanaysa ^kısır^ diyoruz..

İnsanların neden rutine bağlı olmadıklarını bu tarz etiketleri yapıştırmadan önce düşünmek gerek. 
' Rutine bağlı olarak bir sevgilimiz olsun istiyoruz. Siz hiç yalnız başınıza sokaklarda yürürken şu üstteki şarkı kulaklarınızdan taa beyninize kadar işlerken ki zevki tattınız mı? Kendinizle baş başa yemeğe, sinemaya gittiniz mi? '' Dişimin arasına kalacak, yanımda o var şimdi çıkaramam, fazla yemeyeyim.. '' demeden mısıra abandınız mı? (:  

Misal. Bir ilişkide şu lafı duymak bizi mutlu eder. - Sen farklısın. Sen diğerlerinden farklısın. İltifat amaçlı olan şu cümlenin kaçı samimi olarak söylenmiştir? 

Sizce gerçekten farklı mısınız? 

Bunu bir düşünün isterim. Size göre farklı olduğunuz şeyleri bana yazın! İsterseniz tabii.. (:

(Kişisel gelişim kitabı gibi yazıyorsun Zeynep! diyeceksiniz (: Ben bir yazıyı yazarken devamında hangi cümleyi yazacağımı planlamıyorum. Bu defa ki biraz öyle oldu sanırım. ^.^ )

7 Ekim 2012 Pazar

Anne öldükten bir hafta sonra



Geçenlerde çok üzücü bir haber aldım. İlk okuldan beridir arkadaşım olan Serap'ın annesi vefat etmiş. Babasıyla yayladan dönerlerken yüksek bi mesafeden uçuruma düşen arabadan sağ çıkamamış annesi...

Sabah uyandığımda aldım haberini. 
Telefonumda kayıtlı olmayan, farklı bir numaradan atılmış bir mesajdı, 

' Zeynep, anne vefat etti ben Serap. ' ..

'm' harfini unutmuş olsa gerek, bana attığı mesaj aynen böyleydi. Böylesine üzücü bir olayı mesaj yoluyla öğrenmek bana çok garip geldi. Bu yüzden bende bununla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim. Bana bu mesajı attıktan bir hafta önce vefat etmiş annesi. Anne öldükten bir hafta sonra.. İnsanlardaki eksikliğinden yakındığım, onlar gibi olmamak için sürekli olarak yaptığım birşeydir ki; hemen 'empati' yaptım. Kendime sordum:

Annen öldükten bir hafta sonra, mesaj atabilir miydin?

Serap'ın mesajı geldi aklıma, o eksik 'm' harfi.. 

Belkide aceleyle yollamasından dolayı yazmayı unuttuğu 'm' harfini düşündüm. Annem yazmamıştı, anne yazmıştı. Acaba onun artık annesi olmadığını düşündüğü için mi böyle yazdı? dedim kendi kendime. O artık yoktu, ölmüştü. Bu yüzden o sahiplik bildiren harfi koymak doğru muydu? Yoksa yanlış mı? .. Bunu bilmiyorum. 

Bütün bu düşüncelerden sonra, mutfağa koştum, annemin yanına. Öptüm yanaklarından. Ne oluyor? dedi bana. Hiç dedim, sonrada odama döndüm. 

Şimdi soruma cevap verebilirim işte. 

Annem öldükten bir hafta sonra mesaj atamazdım ben. Kendime gelemezdim muhtemelen. Tuşlara basamazdım, virgül yapamazdım, gönderemezdim. Başka birilerine mesaj atmayı düşünemezdim bile. Annemin ölmesi, bunu düşünmek bile içimi acıtıyor. Annem benim en iyi arkadaşımdır. En iyi sırdaşımdır. Bazen küser bana. Domatesleri soymadığım için yada ayaklarına masaj yapmadığım için. (: konuşmaz tüm gün. Ertesi güne yine annem der bana. Annem, yanıma bi gelsene diye çağırır beni. Bide kendine has kokusu vardır onun. Eşarplarından, boynundan gelir bazen. Yatakta ona sırnaşırken alırım kokusunu.. Annem benim, canım annem. Sana ölmek yasaklansın. Sakın gitme yanımdan olur mu..




Eğer bu bir mektup olsaydı, gözyaşlarıma dokunabilirdiniz.

4 Ekim 2012 Perşembe

Yalnızlık (Cem Adrian)

Klibi henüz izlemediyseniz;

Düzenli olarak Cem Adrian dinleyen bir insan olarak şunu yazmalıyım ki. Cem Adrian'ın son klibine (Yalnızlık) verilen tepkiler beni bir hayli irite etti. 


Klibe gösterilen tepkinin nedeni; klipteki mastürbasyon yapan erkek oyuncunun sahneleri. Klip hakkındaki kötü yorum yapan, seksüel duygularını tamamiyle içine bastırarak 'ayıp' kelimesinin arkasına sığınıp gizlenmeye çalışan insanlar, şarkının sözlerine hiç dikkat ettiniz mi? Yalnızlıktan bahsediyor. Adam kendi bakış açısını korkusuz bir şekilde göstermiş. Klibe gösterilen tepkilerden sonra yaptığı açıklama da gayet yerinde sözler.


Hala Cem Adrian'ın farkını görememiş olanlar. Bu yazımı, ve Cem Adrian'ın aşağıdaki kendi açıklamasını okuduktan sonra bir daha düşünmelisiniz. Kimse siz izleyin, hoşlanmayın, adama küfredin diye başınıza silah dayamıyor.



---


Videomdaki masturbasyon sahnelerine eleştirilere istinaden...

Asıl Soru: Siz hiç yapmıyor musunuz? değil...
"Haftada kaç kere?"

Ayrıca...

Ben hiç bir eserimi TV ya da radyolar için üretmedim.
Daha çok yayınlanmak için yapılan riyakarlıklardır bu ülkede müziği bu hale getiren.

Bu yüzdendir ki...
Politikalara yaranmak için kendini küçülten medya kadar, medyaya yaranmak için kendini küçülten müzisyenler de suçludur bu halden.

Geçen günlerde duyduğum bir sözdür.

"Ben aynaya utanmadan bakmayı seviyorum"

C.A.


----


30 Ağustos 2012 Perşembe

Sigara içmek


Sigara içmek. Sürekli olarak tepki aldığım bu konu hakkında yazmak istiyorum şimdi.

Yaklaşık olarak 1 senedir sigara içiyorum. Kimsenin önerisiyle başlamadığım ve halk arasında 'illet' olarak tabir edilen bu şey halkın tanımının aksine bana 'zevk' veriyor. Ben sigaraya babaannemin ölümünden sonra başladım. İlk olarak yalnızca canım sıkkın olduğunda, insanların beni anlamadığını, umursamadıklarını düşündüğüm zamanlarda sarıldığım birşeydi. Sonralarda aslında bunun dertlenmekle alakalı olmadığını anladım. Bir bahane buluyorsunuz ve başlıyorsunuz. Sonrasında size zevk vermeye başlıyor. Sonra hastalıklar vs. vs. Herneyse. Etrafımdakiler içme, kendine zarar veriyorsun şöyle böyle birşeyler söylüyorlar. Eğer sizde içiyorsanız ne demek istediğimi biliyorsunuzdur.

İçiyorum, ve mutluyum. Hepsi bu. Zamanı geldiğinde bi ara bırakacağım xX

Hi Grunge!

Alternatif rock, jazz, blues dinleyen bir insan olarak bir tarza daha yatkın olduğumu fark ettiğim bu günlerde size de bu tarz hakkında bilgi vermek istedim.

Grunge (bazen Seattle Sound olarak da adlandırılır) 1980'lerin ortalarında alternative rock'ın bir alt türü olarak Amerika'nın Washington eyaletindeki Seattle bölgesinde ortaya çıkan müzik akımı, kültür ve yaşam tarzıdır. Sözlük anlamı "kirli, dağınık, katıksız bok" dur. Bu tarzın öncüleri SoundgardenAlice in ChainsNirvanaMudhoney ve Pearl Jam gibi gruplardır.

Ukalalık etmek istemem, içlerinden yalnızca Nirvana'yı bilirdim. Kurt'u ne kadar çok sevdiğimi (annem olsa öldüğünden dolayı şimdi sevme derdi.) yakınımdakiler bilir. Yeni yeni dinlemeye başladığım Pearl Jam ve Alice in Chains'in çok iyi olduğunu söylemeliyim. Şimdi size bunu bir şarkıyla kanıtlayacağım. Ve evet. Gerçekten iyiler diyeceksiniz.


Layne Staley'i araştırıyorum şimdilerde. Dramatik bir hayat hikayesi olan bu adamı artık bende dinliyorum. Geç tanıştık seninle. Özür dilerim Layne, Merhaba Zeynep ben. 

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Me, myself and I.

Sonra evimin bir köşesinde minderler olsun istiyorum, ufak da bir sehpa. 
Arkadaşlarla oturup muhabbetler edelim orada. 
Sabahlara kadar..
Yiyelim, içelim, şarkılar söyleyelim.. 

Benim hayatımda her şeyde biraz şarkı var. 
Hem dinlemeyi, hemde söylemeyi çok seviyorum.
----------

Çok sevgili arkadaşım Volkan Öznergiz, aracılığıyla dinlediğim bu şarkı benim için hayatın sountrack'idir.


Keşke sokaklarda büyük hoparlörler olsa da bu şarkı çalsa biz yaşayıp giderken.. Sahi. Sokaklar neden bu kadar sessiz? Yada neden bu kadar kavga, gürültü sesiyle dolu. Şu şarkı çalsa fena mı olurdu? Akşamları kaldırımlardan yürürken biz. Yalnızca sokak lambalarının ve araba ışıklarının aydınlattığı sokaklarda bu şarkı kusursuz olurdu.

***


Şimdiyse kendinizi ruh eşinizin yanında, romantik bir akşamda hayal edin. Evet. Bu şarkı mükemmel olabilirdi. Elleri ellerinize değdiğinde.. Belki birkaç kadeh bir şeyler içer çimenlere uzanırsınız. Çok mu romantik-film vari oldu? Bence değil. Tamam çimenler olmasın. Gökyüzü de yok. Bir sedir olsun. Eski bir sedir olsa da bulunduğunuz yer, önemli olan o insanın yanınızda olması değil midir? Bence öyledir. 
***




Her zaman mutlu olamıyoruz öyle değil mi? Mutluysam bile aklıma hüzünlü şeyleri getiren bu şarkı en sevdiklerimin arasındadır. Bazen telkin amaçlı söyleriz ya, şarkıda da dediği gibi. ^ I can feel your pain, in my bones..
***


Ve karşınızda çok sağlam şarkılardan biri. Hiçbir zaman dinlemekten sıkılmadığım, günde 20 kere yine dinleyebileceğim doom / dark metal yapan Belçikalı bir gruba ait olan şarkı beni bambaşka yerlere götürüyor. Bu defa nereye gideceğinizi dinleyerek siz seçin. 

***


İyi geceler şarkım. Eski şarkılar neden bu kadar güzeller? Neden bu kadar çok seviyorum. Keşke daha erken doğsaydım.. Hey, siz. Aranızda Kurt Cobain'i bilmeyen yoktur sanırım. Bilmeye, dinlemeye devam edin. Ve sakın unutmayın, Efsaneler asla ölmez.


Şimdilik size 5 şarkı yeter. Bütün dinlediklerimi yazsam. Dinlemeye yüreğiniz dayanmaz. 
Her neyse, takipte kalın (; 

Eternal Sunshine of The Spotless Mind.

(Yazıdan zevk almak istiyorsan önce videoyu play'lemelisin (;)

Eternal Sunshine of The Spotless Mind


How happy is the blameless Vestal's lot!
The world forgetting, by the world forgot;
Eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray'r accepted, and each wish resign'd.


Bu film hayatımın filmlerinden biridir. Dışa dönük, içgüdüleriyle hareket eden Clementine, sıradan, içe kapanık bir insan olan Joel.. Gerçekten kusursuz karakterler... Filmdeki adının asimile olmuş halini (Klementayn) birçok yerde kullandığım, karakter olarak kendime benzettiğim Clementine bloğuma isim bulmamda da bana yardımcı oluyor.

Filmin konusunu size anlatmayacağım. Eğer hala izlemediyseniz çok büyük bir şeyi kaçırıyorsunuz demektir. Kurgusal açıdan, hikaye olarak, karakterler olarak kusursuz bir film. Romantik film denildiğinde beni salya sümük ağlatan filmlerdense bunu baş sıraya koyabilirim. Belki 'Not Defteri' filmiyle başa baş bir yarış içine girebilirler. Ama neden bilmiyorum. Bu filmi çok seviyorum. Sizde sevin.

Filmde en sevdiğim replikler:


Yine mi ‘tatlı’yım. Tanrım, başka sıfat bilmez misin sen? (Clementine)
Şu anda ölebilirim, Clem.
Çok mutluyum.
Daha önce hiç böyle hissetmedim. Şu anda tam olmak istediğim yerdeyim.
Clementine: Pek konuşmayan bir tipsin, değil mi? Joel: Sadece… Pek ilginç bir hayatım yok. İşe giderim, eve dönerim… Ne diyeceğimi bilemiyorum. Günlüğümü okumalısın… Bomboş denebilir…
Clementine: Gerçekten mi? Bu seni üzüyor mu? Ya da kaygılanıyor musun? Ben hep hayatımı tam olarak yaşayamadığımı düşünüp kaygılanırım. Her imkanı değerlendirmek hiç bir anı boşa harcamamak isterim. Sen gerçekten çok tatlısın. Tanrım, böyle demeyi kesmeliyim! Seninle evleneceğim. Bundan eminim.
Joel: Peki.
“Dalgaların oradaydın. Seni uzaktan görebiliyordum. “Ne garip, birinin sırtını çekici buluyorum” diyordum. Sonradan çok seveceğim ve en sonunda nefret edeceğim montunu giymiştin.” (Joel)
- Gitme… -Neden ? -Bilmiyorum sadece gitme…

24 Ağustos 2012 Cuma

Into The Wild.


Into The Wild. 


“ Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanları severim, ama doğayı daha çok severim…” (Lord Byron)



Dandik bir biçimde Türkçe'ye çevirilen ama aslında sevgili arkadaşım Alp'in verdiği tutarlı öneriyle İngilizce alt yazıyla izlenmesi gereken müthiş bir film! Başından sonuna kadar ilgi çekici, merak uyandırıcı olan bu filmi karanlıkta, tek başıma izledim. Ve sıcak sıcak bu yazıyı yazıyorum. Eğer izlemeyi düşünüyorsanız sizde benim gibi yapmalısınız. Yalnız olun. Ve ışıkları söndürün. Film tam içinizde derin bir etki yaratıyor gerçekten de. Birçok konuda. Yalnızlık, inanç, mutluluk.. Film, aslında ne kadar çok şeye bağlı olduğumuzu gözler önüne seriyor. Para, kariyer, eğitim, devlet, aile.. 

Bunlara bağlı olmak bizim seçemeyeceğimiz bir zorunluluk mudur? Yoksa bunu değiştirebilir miyiz? İşte film tamda bu noktada devreye giriyor. Parasız, kariyerini, güzel kıyafetleri, insan ilişkilerini, cinselliği, güzel yemekleri reddeden bir adam. Doğada hayatta kalma mücadelesi veriyor. Hepsini anlatmayayım. Bana kalırsa kesinlikle izlenmesi gereken bir film.

Kalabalıkta gezmenin, bir sürü değişik insan görmenin ilgi çekici olduğuna inanırdım. Filmi izledikten sonra aslında yalnız başına vakit geçirebilmenin gerçekten de eğlenceli olabileceğini anladım. Bir süreliğine. Yalnızca bir süreliğine yalnızlık. Çünkü sürekli yalnızlık beni korkutuyor. Paylaşmadığın bir mutluluk çok uzun sürmüyor. Onun dışında aşırı bir dünyayı dolaşma isteği var içimde. Bir farkla. Yalnız başıma değil. Çünkü ben yalnızlıktan korkarım.

Şunları yazmalıyım. Hiçbirimiz çok mükemmel ailelere sahip değiliz. Ben de dahil. Kimisinin bir ailesi bile yok belki. Ama bunun için sürekli yakınmak, sürekli kendini yıpratmak gerekmiyormuş. Bunu anladım. Bunu anladım, çünkü ne zaman affederseniz, ne zaman unutursanız kötü şeyleri. Tanrı size bir ışık gönderir. (;

Her zaman söylerim. Yine söyleyeceğim. Hayat üzülmek için çok kısa..

17 Ağustos 2012 Cuma

fok balıkları çok yalnız.

Jübileni seveyim senin,
Ne de muhteşem oynadın giderken..
Beni bile inandıracaktın neredeyse daha iyilerine layık olduguma ..
Senden daha iyilerini arıyordum bende tam zaten
Hayatıma girmek için can atıp, sonrasında beni piç gibi ortada bıraktığın için,
Böylesine bir yıkıntıdan sonra hayatında hiçbir değişiklik yokmuş gibi davrandığın için söyleyecek sözüm yok.
Tabiri caizse ''ne desem az''
Neyse diceğim; yaşantımı alt üst edip bıraktıgın için teşekkür ediyorum..
Ha bir de dipnotum var ; hayatın tersinin, düzünden daha iyi oldugu falan yok.
Hepsi palavra.
Bildiğiniz gibi işte, acı, kötü, üzücü.
Anlayacağınız her şey aynı bokun laciverti. ~

Yaş 70.

Babaannem 70 yaşında, kanserden öldü. O öldüğünde birşeyler yazmıştım. Daha önce hiçbir yere yazmadığım bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim sevgili okumayanlar. Onun gibi düşündüm. O yazıyormuş gibi olsun istedim, ve böyle birşey çıktı ortaya. Bunu yazarken 70 yaşındaydım ben..


Bu günlerde sanki geçmişi özlüyorum…
Yürüdüğüm yollardan yürüyorum şimdi…
Neler kaybetmişim.
Yüzümdeki her çizginin bir anlamı var artık.
Aynaya bakınca hatırlıyorum kazanamadıklarımı.
Eskiden yediğim o dayakları bile özlüyorum.
O kadar karmaşık ki düşüncelerim.
Bazen düşünüyorum da ‘’ acı çekmekten hoşlanıyor muyum ?‘’acaba diye...
Ama hayır. Sevinmeyi daha çok seviyorum.
Ama bilirsiniz, insanların istedikleri değil de hep istemedikleri olur… ‘
’Hayat hep acıyla mı dolu? Güzel şeyler de var.’’ Diyorsunuz…
Hani nerde? Cebimde 3 kuruş, yırtık bir kâğıt parçası, elimde sigaram… Beynim ağrıyor! Kanser olmuşum! …
‘’Aman ha! Sakın hayata küsme!‘’ diyorsunuz… Bir sorsanıza küsecek bir hayatın kaldı mı diye… O bile yok!
Anlarsınız işte, benimkisi de yaş 70 iş bitmiş hesabı…

~

16 Ağustos 2012 Perşembe

Beynimdeki Saçmalıklar


Evet. Herkes gibi benimde takıldığım, takıntı yaptığım saçma sapan şeyler var. 
Buyurun. Onlardan birkaçı; 

1) Ben otururken bir diğerinin ayakta olup benimle konuşması. Oturmaması.

açıklama: Pardon da!? Madem benimle konuşuyorsun, neden oturmuyorsun? Annesinden yemek bekleyen kuşlar gibi kafamı yukarıya kaldırmak zorunda bırakıyorsun beni? Anlamıyorum. Ben otururken birilerinin ayakta olmasından hoşlanmıyorum. - Ne takıntı yapıyorsun aptal! Sende ayağa kalksana! diyebilirsiniz. Oturmadıkları zaman onuda yapıyorum. Emin olabilirsiniz. (:

2) İki 'farklı renkte maşa' ile ipe asılan çamaşır.

açıklama: Sorunlu olduğumu düşünebilirsiniz. Bazen bende öyle düşünüyorum. Evet. Buna da takılıyorum. Örneğin bir t-shirt'ü ele alalım. Öyle laf olarak değil. Gerçekten de ele alalım. Şimdi bunu ipe asacaksınız. Neden farklı renkte maşayla asalım ki? Aynı renk olsun. Bence öyle olsun. Yoksa sinir oluyorum ben.


3) Televizyondaki ses ayarı. 5 ve 5'in katları..

açıklama: O nasıl bir takıntıdır? diyeceksiniz. Hemmen açıklayayım. Öncelikle bunun yalnızca bende olmadığını söylemeliyim. Televizyonun ses ayarını yapıyorsunuz. Bazı televizyonlarda yalnızca nokta halindeki bir button'u sürüklersiniz ve ses açılır veya kısılır. Burada sıkıntı yoktur. Birde diğer .. 'numaralı' ses açma olayı vardır. Ki benim takıntım tam da bu tarz özelliği olan televizyonlarda başlıyor. Kumandayı elinize alır ve sesi açarsınız. Örneğin; ses 20'de ise benim için sorun yok. Ama siz o sesi alıp 21, 22, 23 yada 24'e çıkartırsanız. Ben sinir oluyorum. O televizyonun sesi 5 ve 5'in katları olmalı.. Evet. Buda saçma sapan takıntılarımdan biri.

4) Dolap kapakları ve çekmeceler..

açıklama: Dolap kapaklarının ve çekmecelerin açık olmasından kimse hoşlanmaz. Ama benim için durum biraz daha farklı. Tek 1 dolap kapağı açıksa sorun. Ama hepsi açıksa benim için sorun değil. - Ya hep ya hiç. diye bir laf var ya. Aynen öyle. Ya hepsi açık olacak. Yada hepsi kapalı (:

5) Akla takılan şeyler..

açıklama: Bazen bir ünlünün ismi, bazen bir nesnenin adı.. Aklınıza takılır, bi türlü gelmez ya. Parmağınızı şıklatırsınız.. Neydi? Neydi.. İşte ben onlara çok takılıyorum.. Bir filmin adını bulamıyorum diye uyuyamadığımı bilirim. (:



Sizinde benim gibi saçma takıntılarınız varsa lütfen benimle paylaşın. Sevgiler ^-^

15 Ağustos 2012 Çarşamba

hey!

çoğu zaman, kelimenin gerçek anlamıyla acıyla farkına varıyorum ki, anlatmak istediğimin yirmide birini bile anlatamadım ve hatta hiçbir şey anlatamadım. Beni rahatlatan şey, Tanrı’nın bir gün bana o gücü ve ilhamı göndereceğine, benim de kendimi eksiksizce anlatabileceğime, kısacası yüreğimdeki ve hayal dünyamdaki her şeyi ortaya koyacağıma dair olan umudumdur.